top of page
Ara

Kabuslar: Ruhun Geceye Düşen Çığlığı


ree

Bazı geceler vardır… Uyandığınızda duygu olduğunu sandığımız korku, somut haliyle yanımızda oturuyordur. Ter içindesinizdir. Kalbiniz göğsünüze sığmaz, gözleriniz karanlığa alışmakta zorlanır. Gözünüzü tekrar kapatmaya cesaret edemezsiniz. Belki biri izliyordur sizi, belki de siz bir yerden düşüyorsunuzdur. Ama her halükârda bildiğiniz tek bir şey vardır: Korkuyorsunuz.

Kabuslar çoğu zaman kötü geçen bir günün ardından gelen rastlantısal rüyalar gibi görünse de, aslında zihnin çok daha eski, çok daha derin izlerini taşır. Her kabus, bir çığlıktır. Ama bu çığlık sesle değil, imgelerle atılır. Ve çoğu zaman bu rüyaları ne anlatmak istediğini anlayamazsınız.

Zihin, gündüzleri bastırdığı birçok şeyi gece sessizce ortaya çıkarır. Toplumsal roller, ahlaki filtreler, mantık ve denetim mekanizmaları uykuda etkisini kaybeder. İçinizde yıllardır konuşamayan bir çocuk vardır belki de işte kabuslar onun da dili olıır. Hâlâ yasını tutamadığınız bir kayıp varsa, kabuslar onun ağıtlarıdır. Bastırdığınız bir öfke, yüzleşmek istemediğiniz bir arzu, kabul edemediğiniz bir yanınız… Hepsi gecenin içinde bir sahne kurup karşınıza çıkar.

Bir kapı kapanır rüyanızda, ardından bir karanlık çöker. Koşarsınız ama adımlarınız ağırlaşır. Çığlık atmak istersiniz, sesiniz çıkmaz. Kaçmak istersiniz ama sizi kovalayanın kim olduğunu bile göremezsiniz. Bu sahneler yalnızca rastgele değil, çok tanıdık anlamlar taşır. Psikanalizin büyük düşünürleri, bu sahnelerin ruhun derinliklerinden gelen temsil biçimleri olduğunu söyler.

Bazı teorilere göre kabuslar, bastırılmış arzuların ve duyguların dolaylı değil, doğrudan ve rahatsız edici biçimde yüzeye çıkmasıdır. Zihninizin sansür mekanizması gece gevşediğinde, bastırdığınız her şey sahneye çıkar: çocukluğunuzda konuşmanıza izin verilmeyen öfke, yıllardır görmezden geldiğiniz suçluluk duygusu, içinize sinmeyen ama dillendiremediğiniz arzular...

Örneğin, çocukluğunda sürekli sessiz kalması öğretilen bir birey, yetişkinliğinde rüyasında kalabalık bir odada bağırmaya çalıştığını ama sesini çıkaramadığını görebilir. Ya da annesine duyduğu ama ifade edemediği öfke, rüyasında onu tanımadığı bir kadın tarafından takip edilerek yaşadığı korkuyla sembolleşebilir.

Kimi görüşlere göre kabus, sizi siz yapan parçaların – özellikle bastırdığınız, dışladığınız, karanlıkta bıraktığınız tarafların – kapınızı çalmasıdır. Bu “gölge” parçalar, sizi tehdit etmek için değil, tanınmak ve bütünlenmek için ortaya çıkar. Sizden kaçmıyorlardır aslında; size kendilerini hatırlatıyorlardır.

Bir kadın düşünün: Geceleri rüyasında sürekli karanlık bir ormanda kaybolduğunu görüyor. Hiçbir çıkış yolu yok. Her adımda ağaçlar sıklaşıyor, nefes almak zorlaşıyor. Sabahları ağlayarak uyanıyor ama kimseye anlatamıyor. Zamanla anlıyoruz ki bu orman, onun yıllardır bastırdığı öfkesinin simgesi. Sessiz kalmaya, hep "uyumlu" olmaya zorlanmış. Ama içinde büyüyen duygular, bir gece orman olup etrafını sarmış. Kabus, sadece korkunun değil, birikmiş yaşamın sesi olmuş.

Bir başka örnekte, genç bir erkek sürekli olarak rüyasında bir sınavı kaçırdığını görüyor. Ne kadar çabalasa da bir türlü yetişemiyor. Uyandığında yoğun bir suçluluk ve eksiklik duygusuyla kalıyor. Gerçekteyse çocukluğunda ailesinin yüksek beklentileriyle büyümüş, duygusal olarak yetersiz hissetmeye programlanmış. Kabusu, sadece başarısızlık korkusunu değil, bir türlü sevgiye ulaşamama hissini de yansıtıyor.

Bazen kabuslarımızda bizi bir figür takip eder. Tanımayız ama korkarız. Belki de o figür, hayatımız boyunca kaçtığımız kendimizdir. Görmek istemediğimiz yanımız, bastırdığımız arzular, yasını tutamadığımız bir kayıp… Belki o figür, bizimle konuşmak isteyen bir “bizdir”.

Kimi zaman kabuslar, sadece kişisel deneyimlerin değil, insan olmanın ortak kaygılarını da taşır. Terk edilme korkusu, ölümle yüzleşme, kimlik dağılması… Bunlar yalnızca sizin değil, hepimizin taşıdığı evrensel korkulardır. Rüyalar, bu ortak ruhsal mirası sahneye taşır. Karanlık bir orman, yüksekten düşme, çıkışı olmayan bir ev… Her bir görüntü, ortak bilinçdışımızdan alınmış sahneler gibidir.

Birçok kişi hayatının bir döneminde rüyasında boşluğa düşmüştür. Bu düşüş, kontrolün kaybedildiği, ayakların altından çekildiği bir anda ruhun verdiği tepki olabilir. Yeni bir işe başlamak, sevilen birinin kaybı, yaşanacak bir ayrılık… Bu düşüşler bazen yalnızca sembol değil, ruhun çırpınışıdır.

Ama kabuslar sadece korkutmaz. Aynı zamanda yön gösterirler. Çünkü belki de en çok korktuğumuz şey, en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin ta kendisidir: gerçekle yüzleşmek.

Bir eğitim sürecinde karşılaştığım bir örnekte, bir kişi her gece aynı kabusla uyanıyordu: çocukken kaybettiği köpeği her gece rüyasında tekrar ölüyordu. Bu rüya ilk bakışta sadece bir travmanın tekrar yaşanması gibi görünmektedir fakat bu sadece köpeğe karşı olan bir özlem ya da travmanın tekrar yaşanmasıyla ilişkili değildi sadece. Gördüğü rüya, onun hiçbir zaman vedalaşamadığı kayıplarına – sadece köpeğine değil, çocukluğuna, kırılganlığına, sevilmeye duyduğu ihtiyaçlarına – karşı geliştirdiği bastırılmış duygularının ortaya çıktığı bir yerdi.

Kabuslar düşmanınız değildir. Korkunç olabilirler ama dürüsttürler. Siz konuşmadığınızda, onlar konuşur. Sizin sustuğunuzda, onlar haykırır. Ve belki de bu yüzden, dinlemeye değerlerdir.

Yatağınızın ucuna bir defter koyun. Her sabah uyandığınızda, ne hatırlıyorsanız yazın. Belki ilk başta anlamsız gelecek. Ama zamanla fark edeceksiniz: Rüyalarınız bir hikâye anlatıyor. Ve o hikâyenin başrolünde siz varsınız.

Ve belki, en karanlık gecenizde bile, o hikâyeyi dinlemeye cesaret ettiğinizde... kabus artık bir çığlık değil, bir cevaba dönüşür.

 
 
 

Yorumlar


İletişim

Cumhuriyet Mahallesi Halaskargazi Caddesi No 85 Daire 10

Şişli/İstanbul

Telefon 0530 267 90 80

Email info@vertapsikoloji.com

İletişim Formu

Gez-sat Digital Solutions

bottom of page